Monokl Yayınları'ndan Yeni Kitaplar:
1- Felix Guattari, Franz Kafka'nın Altmış Beş Düşü [MONOKL FELSEFE]
ARKA KAPAK YAZISI
Onu tanıyacaksınız muhakkak! Gözleri gece kuşlarına has mor halkalarla çevrili, kambur, zayıf mı zayıf. Fazla aydınlık! (Goethe’nin tam tersi). Fazla gürültü! Fark edilmeyi, olay yaratmayı kesinlikle istemiyordu –sadece yazma hazzı için. O da artık olsa olsa kendisi için! Sanırsınız ki kalabalığın içinde her yerde, dönemin her yerinde. Bir asırdan daha kısa zamanda, yorumlar ve yanlış anlamalar konusunda en büyük rekorlara patlak verdirecek ve akla hayale gelebilecek en tuhaf “dava” çağlayanının kollarına düşecektir.
*
Kafka, günlüğünde yaşamının bir düşe benzediğini yazar. Ama bu kesinlikle, onun “hülyalara daldığı”, bir hayal ve sanatsal kapalılık dünyasında başı boş dolaştığı anlamına gelmez. Düşte gibi yaşıyorduysa, aynı zamanda yazdığı gibi düşlüyordu da. Ne olursa olsun, külliyatının karşılaştığı yitim ve yıkımlara rağmen, bugün, 1910’dan ölüm tarihi olan 1924’e kadar Günlük’te ve Mektuplar’da art arda sıralanan altmıştan fazlasına sahip olmamızın da gösterdiği gibi, düşlerine çok büyük önem veriyordu. Bunları yazıya dökmek kuşkusuz onun için bir esin kaynağından fazlasını oluşturuyordu: bir yazı aleti, yazınsal konuları için bir hazırlık yöntemi. O dönemde, Freud’un, yayınlanışının ardından on yıl boyunca tamamen fark edilmeden kalmış olan “Traumdeutung” [Düşlerin Yorumu] başlıklı yapıtı o bildiğimiz dünya çapındaki ününe kavuşmaya başlamıştı. Freudcu yorumun –Freud’un “düşün merkezi” olarak adlandırdığı şey önünde– durup kaldığı yerde, Kafka için her şey başlar. Onların anlamsızlık noktalarını herhangi bir yorumsamanın boyunduruğuna sokmaktan vazgeçerek, onları, hiçbir türden yapısal üst kodlama barındırmayan başka hayali oluşumlar, başka fikirler, başka şahsiyetler, başka zihinsel koordinatlar doğurmak üzere çoğalmaya, genişlemeye bırakır. O zaman anlamlandırmaların kurulu düzenine zıt yaratıcı süreçlerin egemenliği kurulur.
*
2- Jean-Luc Nancy, Gitmek / Yola Çıkış [MONOKL FELSEFE]
ARKA KAPAK YAZISI
Gitmek daima aşina olanın [bir] parçasını; yabancı olan, aşina olmayan ve önceden kesinlikle bilmediğimiz bir parça için, bir yer için, yaşamın bir parçası için terk etmektir. Gitmek söz konusu olduğu zaman bizi bekleyenin ne olduğunu asla bilemeyiz.
*
Bizler insanız çünkü gitmekteyiz, hiçbir nihai varışın mümkün ya da vaat edilmiş olmadığını bilebileceğimiz, bilmek zorunda olduğumuz bir gidişe/yola çıkışa ayarlıyız. Yaşamaya değer bir hayatı, ancak böyle bir atılım içinde, gidişin zorunluluğu içinde –zira başka türlüsü elimizden gelmez– ve bu risk alış içinde, gidişin bahsi içinde yaşayabiliriz. Bu aynı anda hem çok zor, hem çok tedirgin edici hem de çok heyecan vericidir.
*
Ölüyoruz ve eski bir özdeyiş der ki: “gitmek, biraz ölmektir; ölmekse tamamen gitmektir”. “Gitmek, biraz ölmektir”, zira her gidişte acı duyarız, bir ıstırap yaşarız, bir şey kaybolur. Biri öldüğü zaman, onun tüm yaşamı, mevcudiyetinin ta kendisi tümüyle kaybolur. Artık orada değildir, bir zamanlar büyük/son yolculuk denilen şey yüzünden ölür. Ölen insanlar için sık sık onların gittiğini söyleriz; bu bir tür söz sanatıdır, ölmek fiilinin ve ölümün kaçınılmaz olarak barındırdığı acıyı yumuşatmanın bir yoludur. Dönüşsüzce gitmek.
*
Tarih öncesinden beri, hatta neolitik çağın, yeryüzündeki ilk kültürün öncesinden beri, insanların oluşturduğu tüm halklarda, ister müzik, ister dans, ister resim olsun, neden hep sanat dediğimiz şeyin içine giren şeyler vardır. Bu neye yarar? Bunun şurada ya da burada dini ya da politik ereklere hizmet etmiş ya da hizmet ediyor olması, ikincil önemdedir. Her şeyden önce biçimler yaratma ihtiyacı duyan insanlar vardır. Görsel biçimleri bir yana bıraksak bile –zira bu bize dini resimleri düşündürtür– şu soru kalır: İnsanları dans etmeye iten nedir? Dans etmek hiçbir işe yaramaz, ama tüm insan halkları hep dans etmiştir ve hala da dans etmektedir. Zarif bir düğümle sonuçlandırmak için, dans etmenin hep biraz gitmek olduğunu söyleyeceğim.
3- Giorgio Agamben, Dispozitif Nedir? / Dost [MONOKL FELSEFE]
ARKA KAPAK YAZISI
Zamane dispozitiflerinin bitmek bilmez çoğalışıyla koşut giden ve aynı ölçüde sınır tanımayan bir özneleştirme yöntemleri enflasyonu var. Buna bakıp da çağımızda öznellik kategorisinin sallantıda olduğu ve tutarlığını kaybettiği sanısına kapılabiliriz. Halbuki gördüğümüz bir siliniş yahut diyalektik bir aşma değil, henüz tek bir kişisel kimliğin dahi kurtulabildiği görülmemiş bu maskaralığı ayyuka çıkaran bir saçılmadır.
*
Sanayi sonrası demokrasilerin zararsız yurttaşları (bazılarının büyük bir isabetle adlandırmayı önerdikleri gibi Bloom), kendisine her söyleneni canla başla yapanları; en gündelik hareketlerinin, beslenmesi kadar arzularını ilgilendiren hareketlerinin en ufak ayrıntısına kadar dispozitifler tarafından kumanda edilip denetlenmesine göz yumanları, bu yurttaşı −tam da belki bu yüzden− potansiyel bir terörist olarak saymaları yalnızca görünürde bir paradokstur. Bir yandan Avrupa 19. yüzyılda suçu yineleyen suçluların kimliğini tayin etmek üzere icat edilmiş biyometrik dispozitifleri bütün vatandaşlara dayatırken, öte yandan güvenlik kameraları kentlerimizdeki kamusal alanı dev bir hapishane avlusuna çeviriyor. Otoritenin gözünde −belki de haklı olarak− hiçbir şey sıradan insan kadar teröriste benzemiyor.
*
Her halükarda önemli olan insan topluluğunun, hayvanlardan farklı olan bir ‘birlikte-yaşama’ üzerinden tanımlanıyor olması. Bu, ortak bir töze iştirak etmek üzerinden değil, tamamen varoluşsal bir paylaşım olarak, hatta tabiri caizse nesnesiz olarak tanımlanıyor: Dostluk, saf bir olma olgusunu birlikte hissetmedir. Dostların paylaştıkları bir şey yoktur (doğum olsun, yasa, mekan, lezzet olsun): Dostluk, her bölüşmeyi önceleyen bir paylaşmadır çünkü bölüştürdüğü şey varolma olgusunun, yaşamın kendisidir.