MONOKL'DAN 5 YENİ KİTAP
A- ANTONIO NEGRI'NİN MONOKL'UN KONUĞU OLARAK
GEÇEN
AY İSTANBUL'A GELİŞİNİN ARDINDAN 3 KİTAP:
1- ANTONIO NEGRI - SÜRGÜN
Fransızcadan Çeviren: Öznur Karakaş
İşte
bugün de hapishaneye girmiş bulunmaktayım. Bana, bize ait bir geleceği
düşünerek özgür olmaya çalıştığım bu hapishanede... Hepimizin özgürlüğünü
düşünerek... Elbette bu ortak özgürlük çerçevesinde, hapishanenin yıkılması
gerekecek. Yeniden yoldaşlarıyla buluşma gücünü kendinde bulmak için dönenlerin
ve bir dönüşüm projesi çerçevesinde toplumu bir araya getirme amacıyla belli
bir süreklilik içerisinde kafa yoranların, bir daha asla arzularıyla
aralarına bu korkunç hapishane cehennemi dikilmesin diye...
Yaşam,
onu inşa etmediğimiz sürece; yaşamın seyri özgürce kavranmadıkça bir
hapishanedir. Hapishanede de pekala hapishanenin dışında olduğumuz kadar özgür
olabiliriz. Yaşam, en azından işçilerin yaşamı, özgürlük anlamına
gelmediği gibi, hapishane de özgürlükten yoksun olmak anlamına gelmiyor.
Postmodern
çağda, maddi ve maddi olmayan emeğin artık karşıtlık içerisinde olmadığı
ölçüde, peygamber, yani entelektüel figürünün aşıldığına inanıyorum çünkü bu
figür, üzerine düşeni tamamen yerine getirmiştir; işte böylesi bir anda
militanlıkesas rolü üstlenmektedir. Yüzyılın başında doğuya doğru trene atlayıp
geçtikleri her garda bir hücre, bir mücadele hücresi kurmak üzere
duraklayan Amerikalı sendikacılar gibi insanlara ihtiyacımız var. Bu
yolculuğun her bir aşamasında, bu sendikacılar kendi mücadelelerini,
arzularını, kendi ütopyalarını anlatmayı başardılar. Ancak bir yandan da
aziz François d’Assise gibi, yani gerçek anlamda yoksul olmamız gerekiyor:
yoksul olmamız gerekiyor çünkü ancak yalnızlığın bu aşamasında
bugünün sömürü paradigmasını kavrayabilir; bunun özüne erebiliriz.
2- ANTONIO NEGRI - SANAT VE ÇOKLUK
Fransızcadan Çeviren: Serkan Sönmezgil
O sıra önüme koyduğum
mesele, bana tamamıyla kapitalist üretim tarzı tarafından ezilmiş görünen bir
toplum algısından çıkmaktı. Etrafımdaki toplum bana bir metalar yığını, paranın
ya da finans mekanizmalarının birbirleriyle ikame edilebilir kıldığı bir
soyut değerler yığını gibi görünüyordu; tek taraflı bağların içinde
yassılaşmış, gerilimleri adeta yürürlükten kaldırılmış bir kapitalist dünya. Bu
kapitalist dünyada artık doğal olan, yani sanayi-öncesi
olan ve imal edilmiş olmayan hiçbir şey bulamıyordum. Marksizm,
metaların değişim değerini kullanım değerlerinden ayırır: Tahakküm
sistemlerine ve sömürü yöntemlerine rağmen aynı zamanda değişimi de
kıymetlendiren şu kullanım değeri –hoş, şu kullanım değerinin,
en küçük bir izini dahi bulamıyordum. Dünya tamamıyla şeyleşmiş,
soyut hale gelmişti: Sanat böyle bir durumda hangi anlama sahip
olabilirdi? Bu gerçeklik içinde sanatsal üretim, alternatif yaratım, gerçeğin
yeniden icadı süreçleri neler olabilirdi? Bu algı basitçe felsefi değil,
aynı zamanda politikti de.
Mutlak içkinlik
tarafından fethedilmiş bir dünyada sanat yapıtlarının var olmayı
sürdürmesi nasıl mümkündür? Sanat yapıtlarında her zaman aşkın bir
şey var gibi ama biliyoruz ki aşkınlık artık yok; Tanrı öldü.
Tanrı yalnızca ölmüş
değildi, cesedinin gölgesi hayatlarımızın ve ifade kabiliyetimizin üzerinde
yayılıyordu. Daha da kötüsü, bu savaş boyunca, Tanrı iki tarafta da
görünüyor; kendisini yıkıcı bir güç, fanatizmin temsili veya her biri
Başka’nın varoluşuna tahammül edemeyen kibirli kimlikler dizisinin bir
fonksiyonu olarak sunuyordu. Bunun dönüp dolaşıp nereye geldiğini
biliyoruz: Modern tarih içinde, kendisini insanın sanatı olarak geliştiren
bir teknik var; ve bu tekniğin bağrında, bir hakikat arayışı var,
insanın hakikatinin olduğu kadar doğanın hakikatinin de arayışı.
3- ANTONIO NEGRI - PORSELEN YAPIMI : POLİTİKANIN YENİ BİR GRAMERİ İÇİN
Fransızcadan Çeviren: Elyesa Koytak
Öznelliğin
politik inşasına (veya daha doğrusu politik öznellik üretimine, yani
çokluk-yapmaya) karşılık düşen uzun güzergah bizim “fakirlik” dediğimiz bir
paradokstan başlar. Fakirlik derken, fiziki ve maddi yoksunluğu, yani basitçe
mahrumiyet durumunu değil, eksiklikleri ve mahrumiyetleri telafi etmek için
ilişkiler ve işbirlikleri geliştirme ihtiyacında olma olgusunu kastediyoruz.
Gerçekten
de ortak bir öznellik üretimi süreci bize göre iki temel gücün ilişkilenmesi
yoluyla mümkündür. Birinci kuvvetten az evvel bahsettik: Klasik bir metaforla
buna “fakirliğin gücü” diyebiliriz. Bu belli bir zamanda beliren ontolojik bir
devamsızlık yoluyla kendini ortaya koyan bir kuvvettir: Bu, eğilimsel olarak
mutlak bir yokluğun, güce açılan bir ihtiyacın, artık baskılanamayan bir
arzunun zamanıdır. Fakirliğin gücü o halde, insanlık durumunun aslen hazır ve
yatkın olduğu kategorilerin üzerinden sıçramanın gücüdür. Bu sıçrama daha önce
görme fırsatı bulduğumuz üzere zaman zaman boşlukta ve boşluk üzerinde
gerçekleşebilir: Elbette bir riske girmek anlamına gelir fakat, her durumda,
hayal edilebilir hayat ve/veya özgürlük tercihleri bütününü kendi içinde taşır.
Sonuç
itibarıyla fakirlikten ortak olanın ontolojik inşasına sevk eden artzamanlı,
geçici bir güzergaha ihtiyaç vardır. Spinoza, cupiditas’ın (aşk, yani öznenin,
eğer fakirse içinde taşıdığı güç geliştirme arzusu olarak) conatus’a kıyasla
(fakirlik, kendi hayatını korumaya dair asli girişim), devamlılığını göstererek
bunun bir tasvirini verir. Böylece birincil kuvvetten (fakirlik), ikinci güce
(aşk) nasıl geçileceğini görmüş oluruz. Fakirlik için olduğu gibi “aşk”
kelimesiyle de hem klasik (Platoncu) aşk metaforunun bir tekrarını, hem de
bunun altüst edilmesini kastediyoruz: Platon’da ihtiyaç ve aşk organik olarak birbiriyle
ilişkiliyken, bizse burada birinden diğerine geçişi sağlayan üretici devamlılık
bağının (ve paradoksal olarak ontolojik sıçramanın) anlaşılması söz konusudur.
Böylelikle
tamamen olumlu bir dönüm noktasına varıyoruz, zira fakirlik kısaca, varlığın
mümkün bir çoğalmasına doğru bir açıklığı, gerilimi ifade eder. Bedenlerin
ve/veya ortak olanın sürecinin devamsızlığına basit bir atıf yapmanın, şimdiye
kadar bize sahici bir açıklık perspektifi sağlamadığı açıktır –zira bu atıf,
sadece bizim kötü-oluşumuza vurgu yapıyordu–, buradaysa aksine fakirliğin ve
aşkın kuvvetler, yani güçler olarak yeniden keşfi bize tutkulardan yola çıkarak
olumlayıcı bir kaçış hattı, varlığın kendisini kat eden ve çokluk-yapmanın inşa
ettiği telos’un maddileştirilmesini görünür kılan bir geçiş görmeyi sağlıyor.
Nitekim çokluk-yapmaya bir devamlılık (felsefe için kuramsal, hareketler için
entelektüel ve militan bir devamlılık) kazandırmamıza yardım edecek olan da tam
olarak budur.
B- JACQUES LACAN'IN TÜRKÇE'DEKİ 2. KİTABI,
YİNE
MONOKL'UN LACAN SERİSİNDEN:
4- JACQUES LACAN - TELEVİZYON
Fransızcadan Çeviren: Ahmet Soysal
Bir
aziz, yaşamı boyunca, kendisine bazen bir hâlenin sağladığı saygıyı duyurmaz.
Baltasar Gracian’ın yolunu izlediğinde – gürültü patırtı yapmamak – onu kimse
fark etmez, – ki bundan Amelot de la Houssaye onun saray insanı konusunda
yazdığını sanmıştı. Bir aziz, anlaşılmak istersem, merhamet (charité)
dağıtmaz. O daha çok pisliği (déchet) ayırmaktadır:“ters-merhamet” yapar
(décharite). Bunu da yapının buyurduğunu gerçekleştirmek için yapar:
özneye, bilinçdışının öznesine kendisini (azizi) arzusunun nedeni olarak
görmeyi sağlamak için. Gerçekte (en effet) söz konusu özne, bu nedenin
iğrençliğinden (abjection) dolayı yapıda hiç değilse kendi yerini bulma
şansına sahiptir. Bu aziz için komik değildir, ama hayal ediyorum ki bu
televizyondaki birkaç kulak için, aziz olaylarından bazı garipliklerle iyi
kesişmektedir. Bunun zevk (jouissance) etkisi olması konusunda, kim
alınmış zevk (joui) ile anlamına (sens) sahip değil? Kuru kalan bir tek
aziz, onun için bir yadsıma. Ki bu da olayda en eğlendirendir. Ona yaklaşanları
ve yanılmayanları eğlendiren: aziz, zevkin hor görülenidir. Ne kadar çok sayıda
aziz isek, o kadar çok güleriz, bu benim ilkemdir – hatta kapitalist söylemden
çıkış, – ki bu bir ilerleme oluşturmayacak, eğer yalnızca bazıları içinse.
C- KÖKENLERE, NEFS VE RUH'A İLİŞKİN
KAVRAMSAL
BİRSORUŞTURMA
5- AHMET SOYSAL - RUH SORUSU
Ruhulkudüs’te bir
tanrı-bilimi’nin (teoloji’nin), Ruh-Düşünce’de ve Ruh-Akıl’da bir
olma-bilimi’nin (ontoloji’nin) ve bir bilgi teorisinin, Ruh-Nefs’te bir
nefs-bilimi’nin (psikolojinin), Ruh-Anlam’da bir ahlak-bilimi’nin
(etik’in) ve bir duyumsama-bilimi’nin (estetik’in) yanısıra, yine bir
teoloji’nin, psikoloji’nin, ontoloji’nin ve
bilgi teorisinin koşulu
bulunmaktadır.
Ruh konusunda
araştırmanın genel başlığı, “Ruh’un Jenealojisi” olabilir (ya da: “Ruh’un
Jenealojileri”). İzlenecek yol şöyle görünmektedir: I, A ve B: Genel Sorunsalın
Sunumu; C: Ontolojik, Psikolojik, Etik, Estetik Sorunsallar; D: Teolojik-Mistik
sorunsal; II (Tarihsel Okumalar), A: Kutsal Metinler; B: Suhreverdi, İbn Arabi,
Kabbala;
C: Parmenides, Plotinos,
Hegel.