8.12.08

DELİLİK ÖNSEZİSİ 
 / Emile Cioran / Sayı 2


DELİLİK ÖNSEZİSİ

Aklımı kaybetmeyi bir şartla isteyebilirdim, gece gündüz güleç, sorunsuz ve takıntısız, neşeli ve keyfi yerinde bir deli haline geleceğim kesin olmalı. Kaynağını aydınlıktan alan esriklikleri şiddetle arzular ama yine de onlara sırt çevirirdim, çünkü onlar, karanlık bunalımları daima peşlerinde sürüklerler. Bunun yerine, yalnızca benim içimden fışkıran ve dünyanın çehresini güzelleştirebilecek, esrikliğin geriliminden uzak, aydınlık bir sonsuzun sukunetini koruyabilecek bir ışık banyosunu tercih ederim. O, bir gülümsemenin zarafetine, onun sıcaklığındaki hafifliğe sahip olurdu. Ve ben, bütün dünyanın, bu aydınlık rüyanın üzerinde, bu saydamlık ve özdeksizliğin içinde yüzmesini isterdim. Artık ne bir engel ne bir madde varolsun, ne bir biçim ne de sınır kalsın; ve işte ben de bu cennette ışıkla ve ışık içinde ölüp gideyim...

Metin:LE PRESSENTIMENT DE LA FOLIE
Kitap: SUR LES CIMES DU DESESPOIR

ACININ ÖLÇÜTÜ 



Hayatta her şeyin yalnızca zehrini tatmaya mahkum olanlar vardır; onlar için her sürpriz acı verici, her yeni deneyim bir işkencedir. Bu derdin, öznel nedenleri olduğunu ve özel bir yapılanmadan kaynaklandığını söylerler; ama, acının değerini saptayacak nesnel bir ölçüt var mıdır? O halde kim, komşumun benden ya da İsa'nın herhangi birinden daha çok acı çektiği kim tasdik edebilir? Acı nesnel olarak ölçülemez, zira dıştan gelen bir zarara ya da organizmadan kaynaklanan belirli bir işlev bozukluğuna göre değil, bilincin onu yansıtma ve tanımlama biçimine göre değerlendirilebilir. İşte bu yönden bakıldığında, her türlü hiyerarşi imkansız hale gelir. Herkes, mutlak ve sınırsız olduğuna inandığı, kendi acısını korur. Dünyanın bütün acılarını, en dehşet verici can çekişmeleri, en ustaca hazırlanmış işkenceleri, en dayanılmaz ölümleri, en acılı terk edilişleri, bütün vebalıları ve ağıt ağır açlık kurbanı olanları düşünsek, acımız onların karşısında son bulur mu? İnsan can çekişirken, ne hayatta herkesin ölümlü olduğunu söyleyen o basit düşünceye karşı bir yatıştırıcı bulabilir ne ötekilerin şu anda ya da geçmişte çektiği acılardan kendisine bir dayanak yaratabilir. Organik olarak yetersiz ve eksik olan bu dünyada, birey kendi varoluşunu mutlaklık seviyesine çıkartma eğilimindedir ve herkes evrenin ve tarihin merkezindeymiş gibi yaşar.

Metin:MESURE DE LA SOUFFRANCE
Kitap:SUR LES CIMES DU DESESPOIR


KAHİNLİK VE ZAMANIN DRAMI



Keşke diriliğimiz, hayatın bütün alanlarını, varoluşun içerdiği her şeyi, doğuştan gelen bir katılımla kucaklasa; her şeyi kendinden geçene kadar yaşamak! Toplum yaşamı, doruk noktasına varmış olan duyarlılığımızın uygulanacağı bir alan olsa; içimizdeki sonsuzluğu, hayatta dışsal olan ne varsa, ona akıtsak. Enerjimizi kültürden uzaklara savuralım ki, o kendi etrafında döne döne yükselerek büyüsün. Her şeyi öylesine tutkuyla yaşayalım ki, yazgı, bir şimşek gibi bizim ve dünyanın karanlığını delip geçsin. Başka bir şey haline gelmek, işte bizim amacımız; hayatı sadece büyük inkarları ve büyük olumlamaları için kabul etmek. Eğer görev bilincimiz bizi yakıp kavurmazsa ne yaşamayı ne de ölmeyi hak ediyoruz demektir. Yeryüzünde, umursamaz insanların, işkence görmeyen ruhların, üzerlerinde yanık izleri olmayan kalplerin, titretmeyen hislerin, akmayan gözyaşlarının, nasıl varolabildiklerini anlayamıyorum. Hayatın seyircisi olanlara, uzaklıktan bir erdem yaratanlara engel olmak gerekirdi.

Yalnızca coşku dolu ve yaşadığını hiçbir zaman unutmayan bir ruh bizi uyandırabilir. Acıdan başka hiçbir şey vermeyen hakikatleri yanlış yorumlayarak açıklıyor ve hiçbir zaman yok olmayan ilkelerden bahsetmiyoruz. Hakikatlerimiz hayallerimizde, ilkelerimiz kehanetlerde hal değiştirse. Sözcükler alevlere, yargılar şimşeklere dönüşse. Kanıtlarla, tanıtlamalarla, kesinliklerle kaybedecek zamanımız yok. (...)

Kardeşler, kendinize hiç sevinçlerimizin neden bu kadar nadir ve yoğun olduğunu, neden iç çekmeden soluk almadığımızı ve zevkten titrediğimizi sormadınız mı? Hiç, acının zevkin bedeli olduğunu, büyük mutlulukların, biçim değiştirmiş acılardan meydan geldiğini düşünmediniz mi? Bütün bu acı anları sırasında, büyük bir sevinç beklemediniz mi? Onu, sayısız başarısızlıklarımızın bir karşılığı olarak hayal etmediniz mi?

Kardeşlerim, acıyı, o an, o bütün umutsuzlukların soylulaştığı, o derin ve sonsuz, o eşsiz sevinç anı için sevmiyor muyuz? Ah Kardeşlerim, yalnızca bir tek sevinç anına kavuşmak için, ne kadar acı çekmek gerekir? Elbette, acı, hayata karşı işlenmiş bir suçtur.

Ama yine de, kendinize bu hayatın neden bizim için bir başka hayat olduğunu sormadınız mı? Acılarımız, bu başka hayatı çoktan silip atmadılar mı? Ve neden bugünün acıları, başka zaman, bizim için uğursuz oldukları kadar, verimli, zengin değiller? Bunun nedeni, şu öteki hayatı, nadir ve büyük sevinçlere kavuşmak için ertelenmiş olan acıların üzerine inşa etmemiz olmasın?


Metin:PROPHETIE ET DRAME DU TEMPS
Kitap:LE LIVRE DES LEURRES


AZİZLİKTEN KAÇINMA SANATI


Yanılsamaları erdem, kederi zarafet, korkuyu bahane, aşkı bir unutuş, vazgeçişi lüks, insanı hatıra, hayatı ninni, acıyı alıştırma, tamamlanmışlığın içinde gelen ölümü amaç, varoluşu bir 'hiç' olarak kabul etmeyi öğren.

Metin:L'ART D'EVITER LA SAINTETE
Kitap:LE LIVRE DES LEURRES

Alıntılar:

CIORAN - OEUVRES/ QUARTO Gallimard yayınları 1995/
Fransızcadan Çeviren: Damla Şıkel

Not: Bu yazı, Monokl'un 2007 Şubat'ında çıkan 2. sayısında yayımlanmıştır. Kaynak gösterilmeden kullanılmaması rica olunur...

No comments: