8.12.08
Manifesto
Monokl’un temel metni olarak çoklulugu içeren bir tekilligin arayısı düsüncesini tasarlamıs kısacası kendisini sürekli yenileyecek, yeniden yazıldıkça daha çok yasama açılacak bir “açık metin” düsünmüstük.Monokl’a anlamını verecek ”açık metin” düsüncesinin metinler içermesi olgusu Monokl’un ulasmak istedigi algılamaya yönelik önemli bir adım olacaktı ama öngörülemez olana, sürdiyalektik bir içkinlige kendini bırakan bir yazı/yasambilimin sakinleri olarak Monokl yerleskesi bu açık metin düsüncesinin kapalılıgını ilkin bize sonra da okuyucuya duyuruyordu. Yazı’ daki açıklıgın yasam ile bilinç arasında bir kesisim noktası olabilecegini düsünüyorduk, hatta yazının ancak o açıklık üzerinden yasamda kendisini tasımaya devam ettigini telkin ediyorduk zihinlerimize. Kapalılık ise öngörülemez olana yer bırakan yazı ve yasam anlayısının zorunlu bir sonucuydu, okuyucudan çok daha önce yazarı yazı’nın ve yasamın kaderine kapalıydı. Bütün bu geçmisli anlatımlar bir olusumun ve onun dergisinin ortaya çıkma sürecinde kafamızdan geçenlerdi. Bir kurgusuz kurgululuk hali gibi görünmüstü ortaya çıkan, ismi de Mono Kurgusuz Labirent oldu, kapalı açık metin’ leri kendi bünyesinde toplamayı amaç edinen.
Konuyu biraz daha derinlestirmek gerekirse, ”açık metnin” olanagının ne kadar düsünceye konu olabilecegi bir tarafa yazı’ nın gücüne, onun askınsal dogasına, düsünceyi asan - bazı durumlarda yazarını bile kendisine yabancılastıran - büyüsüne inanarak böyle bir düsünceyi sahiplenmistik: sahiplendigimizin düsündügümüzden daha fazlasıyla yazı’da gerçeklesecegini umarak bizce avangard bir algılamaya yer açıyorduk. Avangard’ı yeniden kendi düsüncelerimiz ve duygularımız içerisinde, kendi yasamımız içerisinde yeniden tanımlama hakkını bize veren sey açıklık hali ve öngörülemez olana bırakılan yerdi.
Monokl avangard’ın donmus kalmıs olan tarihsel baglamına karsıt bir fikri devindirmek istiyordu. Modern sanat ile birlikte ortaya çıkan çesitli halk ve sanat bütünlesmesi tasarılarının basarısızlıgından sonra Monokl’un böyle bir savla ortaya çıkmasının bir ise yarayacagını hiçbir zaman sanmamıstık. Ayrıca güzel’in, begeni’ nin yerini ilginç, saçma, degisik,bulanık ve karanlık gibi nitelemelere bıraktıgı, kurumsallıgı altında iyiden iyice ticari iliskilere konu olan sanat’ ın da bizim tamamen sahiplenebilecegimiz bir içerigi tasımadıgı belliydi. Biz felsefi temelleri saglamca yerlestirilmis bir bilinçlilik ve yasamlanma halini basta sanat ve edebiyat olmak üzere, onlarda öngörülemez ve açık olana yer bırakarak, güzeli, begeniyi ve ilginç olanı iç içe sokarak, kavramları ve algıları varolan hallerinden ve nedensel iliskilerinden çıkararak heterotopik zeminlere tasımanın, onları aslında hiç ortak olmadıkları algılara ve anlatılara konu etmenin dolu derinligine ve varsıl genisligine sahip olmayı istiyorduk. Borges’in Bellek Funes’i gibi dünyaya bakabilmek, Jarry gibi bir patafizikçi olabilmek, Kant’ın kendinde-seylerini bilebilme sevdasını tasımak, Hegel gibi görüngüleri diyalektik bir iç içe geçmislikte sıralayabilmek, Deleuze, Bergson gibi öngörülemez olana bir askınlık biçmek ya da Heidegger ve Derrida gibi dilin askınsallıgına “sous rature” görücüleri olarak bakabilmek, geçmisin gözden kaçmıs yönlerini ortaya çıkarmak için tarihi minimalist yollarda kateden bir insan olmak, anı sonsuz türlülügü ve canlılıgı içerisinde, sonsuz iliskisi içerisinde kavrayabilmek için bir hayali bilim yolunu dösemek… düslerini kurduklarımız içinde böylesine öykündügümüz isimler ve tasarıları vardı. Ve iste bu olmusluklar bizi etkiledi fazlasıyla. Bazen topuzun kantarını kaçırarak, aslında geçmisin hiçbir sekilde bilinmedigini çünkü algının ve düsüncenin kısıtlı dogasından ötürü geçmisin elden kaçtıgını ve zamanın döngüsel hareketinin anlasılamadıgını haykırıyorduk, aslında olan her sey geçmiste olan ama bizim farketmedigimiz seylerdi…
Hayallerimizden biraz da “Açık Metin” kavramı üzerine gitmeye dönersek, her metnin okuyanın farklı aralıklarla yineleyen okumalarında farklı bir kimligi kazanıyor olması ölçüsünde, kısacası metnin çokkimlikli yapısında, okuyan için zorunlu olarak bir açıklık bıraktıgını kabul etmeliyiz. Öte yandan bu açıklık’tan hareketle Monokl’ un neliginin de perspektife katılması gerekir öyle ki kendisi içerisinde okuyanın farklı zamanlarda yaptıgı okumalardan kaynaklanan dallanıp budaklanmaları yasayan bireysel metinlere bir üst bakıs kazandırma sevdası bizi bu açıklık’tan kendi kapalılıgımıza götürmektedir. Kendi kapalılıgımız okuyanın açık metnini, metnin kendisinde tekrar edilemez olan yapısını felce ugratır ve onu kapatır. Aynı metin okuyanına kendisini kapatırken, tekrar tekrar yazıldıkça okuyanı tarafından degil ama bizzat yazarı ya da yazarları tarafından çok boyutlandırılmaktadır. Monokl okuyanın sonsuz okuma kozunu görür, Monokl kendi mercegiyle okuyanın tikel sonsuzluguna bütünsel bir karsıtlık olusturur. Okuyanı tikelligin olanak halinde olup açıga çıkacak bütün mümkün okumalarından uzaklastırıp virtüel olana, öngörülemez olana çeker. Virtüel olan (Deleuze için sözgelimi olanak’tan hiç gerçeklesmemis olması yoluyla ayrılır; olanak halinde olan önceden edimsellesmis ve görünmüs olan seyken, virtüel olan tamamen beklenmeyendir, yasamın denklemine bilinmeyenin yeniden katılısıdır)yasamın beklenmezi gibi okuyanı içine takılı kaldıgı anlam bulutlarından daha ötelere, daha yükseklere çeker. Tikel altında sonsuzlugu görme yerini bütünün altında sonsuz tane sonsuzu görmeye bırakır: Monokl Açık Metnin Tanrısı olarak sürekli yazacagı Manifestosu'nu, tam olarak ne oldugunu anlamaya, diyalektik akla yani bu haliyle simdi ve geçmise bırakırken, bütün gelecek zamanlar için de yasamın sonsuzluguna bırakmaktadır.
Metin hiçbir sekilde tamamlanmıs degildir, tamamlanmayacaktır da çünkü “tam olma”
vasfını kendi sonsuzlugunda, geçmisi içinde tasımıs ve olmus bütün simdi’ ler içinde edimsellesmenin mükemmel bir sekli içerisinde kazanmıstır, ta ki virtüel olan onu gelip sarsana, silkeleyene dek. Metin tam’dır ama tamamlanmıs degildir, çünkü tam olan virtüel olanı tanımamadır, tam olanın virtüel olandan haberi yoktur, böyle dendiginde bizim kapalılıgımız olan Monokl’ un neligi, o açık metin her haliyle tam’dır ama tamamlanmıs degildir.Açık Metin’ den biraz daha ileriye gidip Nelik ya da Ne’ dir üzerine yogunlasırsak düsüncemizin biraz daha açılacagını sanıyoruz.
Heidegger’in patikalarına girmeyi göze alarak yolumuzu bulmaya çalısalım. Böyle bir patikaya girdigimizde dogal olarak diger bütün patikaları gözden kaçırdıgımız elestirileri yükselecektir ve haklı olarak biz de buradan kendimizi dikkatten yoksun tutmadan yeniden metin yoluyla ortaya çıkacak olan virtüel olana, saklı olana bırakacagız. Düsüncemizi en tam anlamı içerisinde edimsellestirmeye çalısırken gerçeklesecen olan bir bırakma. “Ne’ dir Bu Felsefe” (Heidegger), demeye benzer sekilde Ne’dir Bu Monokl demeye yeltendigimizde neligi Monokl’a, o sorunun dogası nedeniyle zorunlugu olarak dısında kaldıgımız seye, yüklemis olduk. Bizim hedefimizin ise Monokl Düsüncesinin içerigine yakınlasmaya çalıstıgı da gün gibi ortada. O halde Felsefe’ nin Neliginden Monokl’ un Neligine geçmenin zorunlulugu ufakta beliriyor. Monokl bir ”Açık Metin’ler Hali’ dir.” O hal olmaya soyunmadır, açık metin üzerinden yazarın okuyucusu ile konusmasını açık etmeyi degil, bizzat yazarın kendi askınlıgı içerisindeki yazısı ile konusmasını, onu açıga çıkarmasını anlıyoruz. Peki Monokl’ un böyle bir tanımı oldugunu varsaysak bile “Ne’ ligin Kendisinin Ne Oldugu” sorusuyla karsı karsıya kalırız. [Ti Estin] Nedir bu Nelik?.. Nelik’ in baglam içerisinde ancak Monokl ile karsılanabilecegini göze alarak, açık metin yazarları olarak, söyle devam ediyoruz: Nedir bu Monokl? Yanıtımız:
“Monokl Bir Dergi’dir.” Peki Bir Dergiden Neyi Anlamalıyız? Monokl su an için anlama isteginin tam olarak karsılık buldugu bir eksiksizligi hedefliyor sayılmadıgı ölçüde, Monokl’ un bir dergi olmasının bize tatmin edici bir sonuç gibi görünmedigi ortadadır. O halde patikada görünen kestirmeyi kullanarak agzımızdan kaçırıverelim: “Monokl bir bilinç/lenme hali’ dir, yasam/lanma halidir. Bilinç ile yasamı avangard bir mercekle kesistirmedir. Monokl edimsel olana bütün yeri verir ama bütün yer henüz bütün yer olsa da o bütünlenmis yer degildir. Her zaman bütün olana ve her zaman bütünlenmemis olana yer veriyoruz.” Diyalektigi sürdürüyoruz, yasama ve öngörülemez olana sürtüyoruz, elimize kilit olan bir kavramı daha alıyoruz: “Sürdiyalektik”. Diyalektigin virtüele dogru açılan hali, yasama sürülen hali:
Sürdiyalektik Labirentler Agının Krallıgıdır Monokl: Mono Kurgusuz Labirent. Monokl Açık Metin’ ler içerisinde (bütün yasamın, düsüncenin de bir yazıbilime konu edilebilecegini düsünürsek: burada Freud’un bütün yasamın içeriginin piktografik olabilecegi imlemesi üzerine gidiyoruz) Bilinç/lenme-Yasam/lanma halidir, Sürdiyalektiktir, Virtüel’ e Kendini Açar ve Tam’dır, Bütündür ama hiçbir zaman Tamamlanmıs ve Bütünlenmis Degildir. Açık Metin’ler Hali Yazar’ın Unutulusuna Karsı Bir Hamle’dir, Yazıar olmadır.Yazar kendisini yazının askın hali üzerinden okuyanının çoklandırmasına teslim etmez,o kendi kendisini çoklandırır. Monokl, Hegel ve Derrida üzerinden bütün Yazıar’ ları kendi labirentlerinden
selamlar, bir dahaki yazılısının ve virtüelliginin gerçeklesecegi ana dek hiçbir zaman gerçeklesmeyecek olan tamamlanma hayaline kendisini bırakır: “Noli Me Legere”…
Yazıar: {“a” burada Derrida’nın, differance kavramındaki a’ nın islevinin benzer bir temsiline soyunur: arzulanan durum olarak, yazının ve düsüncenin birligi üzerinden, yazı ve yazar(düsünce), gösteren ve gösterilenin çoklu ve alısılmadık birliginin ifadesi olur “yazıar”. Ayrıca baska açılardan bakıldıgında çoklu anlamlar silsilesi, çok merkezlilik ve bulanıklık kavrama bakısa ilistirilmistir: yazı’nın kesin zafer çıglıgına bir baskaldırıyı simgeler yazı’ ar ve yazar’ ını kendisinde tutar… yazarı unutmaya karsı yazı’yı unutmaktır onun çıglıgından yükselen!}
2006 Kasım
v.ç
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment